Yine bir pazar sabahı, uzun zamandır bildiğimiz ama bir türlü fırsat bulup gidemediğimiz bir bölgeye keşfe gitmek üzere yola koyulduk. Hava kapalı ama yağmur yağacakmış gibi durmuyor. Ara ara serpiştirecek gibi en fazla, ki bu durumda pek umurumuzda değil. Karar verilmiş o bölge keşfedilecek. Gideceğimiz bölge Gebze - Körfez sınırında Ağva'ya yakın bir kanyon. Aslında tam kanyon sayılmaz ama öyle kabul görmüş. Tarihi bir taş köprüden başlıyor parkur. Asıl ilgimizi çeken de bu köprü zaten. Roma döneminden kaldığı söyleniyor ama hala sapasağlam. Hatta birkaç yıl öncesine kadar üzerinden tonlarca ağırlıktaki kamyonlar geçiyormuş. Daha sonra birileri tarihe saygı duyma adına hemen yanına yeni bir köprü yapıp bu köprüye tarihi değerini vermiş. Takdir ettik tabii..
Başlangıçta kayalıklardan aşarken kanyon hissi veriyor ama bitki örtüsü, akan deresi muazzam. Her köşesine hayran kaldım diyebilirim. İstanbul'a bu kadar yakın bir cennet parçası. Kesinlikle görülmeye ve görüldükçe sahip çıkılmaya değer bir bölge. Attığım her adımda, soluduğum havası ile tazelendiğimi hissettim. O kadar çok yer gezdim ama şehre bu kadar yakın ve bu kadar canlı bir bölge pek gördüm diyemem. Deresi balık dolu. Henüz ilk metreleri adımlarken karşılaştığımız ilk göletten iki tane gri balıkçıl kuşu havalandı. Daha ilerilerde su samuru izine rastladık. Az bir araştırmadan sonra o bölgede yaşadığına emin olmamızı sağlayacak pisliğini de bulunca resmen heyecanlandık. Fotoğraflarını çekemedik ama biliyoruz ki yaşıyorlar buralarda bir yerlerde. Bu bile mutluluk sebebi olmak için yeter bir sebep oldu.
İlerledikçe bitki örtüsü aldı götürdü hepimizi. Bir gün önce yağan yağmurdan zemin jilet gibi olmuştu ama bizi durdurmaya yetmedi. En derin köşesine kadar gidip her köşesini keşfetmeye çalıştık. Kimi zaman geçit vermeyen bitki örtüsü olsa da, azmeden başarıyor. Yürüyüşümüzü Elbizli köyünde noktaladık ve köy kahvesinde köy ahalisinin alışılmış misafirperverliği ve hoş sohbetleri ile çaylarımızı yudumladıktan sonra içimizde güzel bir iş yapmış olmanın yarattığı mutlulukla günü tamamladık.
Fotoğrafları seçmek çok zor oldu ama bilmem anlatmaya yetecek mi...
Kim ne derse desin, en güzel kahvaltı sıcak bir simit ve çay... :)
Yola çıktık. Geçtiğimiz köylerde hala eski köy havasını bozmayan evlere rastlamak bir başka güzel geldi.
Yürüyüşe başlayacağımız köyde sabahın erken saatinde bizi karşılayan ürkek ama meraklı gözler.
Kocaeli belediyesi parkurlarda çalışma yapmış ama sadece başlangıç noktalarına tabela dikerek.
Tarihi taş köprü. Daha bir yüz yıl daha götürür gibi duruyor
İlerledikçe iç güdüsel yol bulmaya çalışıyoruz. Orman bizi içine aldı bile.
Çağıldayan derelerinin melodisi yol boyu coşturuyor bizi.
Hemen hermen tüm ağaçlar mantar yapmış. Oldukça da fotojenikler
Yaban hayat için ortam o kadar uygunki aç kalmak mümkün değil.
Her türlü yemiş yol boyunca sergileniyorMantar çeşitleri sınırsız
Ama çoğu zehirli gibi. Arada bir kaçını tattık ama mantar işte. Kolay değil emin olmak
Ardıç ağacı ve meyvesi. Ardıç kuşu bu meyveyi yiyor ve midesinde yeşeren meyveyi pislediği yerde ağaç filizleniyor. Ağaç başka türlü çıkmıyor. İlginç dimi :)
Arizona değil Türkiye :)
Ortalık sonbahara teslim olup sararmış ama direnenler de var arada.:)
Zemin cömertçe yol olabilecek patikaları sunuyor. Görebilirseniz. :)
Acıktığımızın farkına varmamıştık bu muşmuladan (döngel) tadana kadar :)
Fotojenik başka bir mantar türü. Çok da lezzetli görünüyor ama emin olmadan asla...Hala baharda olduğumuzu sanan çiçekler de var bu sığır kuyruğu gibi :)
Mevsim yaz olsa hiç düşünmez bırakırdım kendimi suyun koynuna
Su samuru izleri. Yaban hayatın olduğunu bilmek, yalnız değiliz düşüncesi gibi gelir ormanda :)
İlerlerken görüp dalabileceğniz o kadar çok sebep varki
Doğanın gücüne hayran kalmamak elde değil.
Merak işte. Görmeden olmaz. :)
Elbizli köy kahvesi sakinleri. Saygılarımı sunuyorum tekrar :)
İzlediğimiz rota. Kalın sarı çizgiler bizim GPS kaydımız...
Sanıyorum en kısa zamanda o bölgeye bir faaliyet yapacağız. Hatta yapmalıyız. En değerli köşeme kaydettim bu bölgeyi. Her mevsim mutlaka uğramayı düşünüyorum. Ancak şunu da belirtmeliyim. Bazı bölgeler, özellikle yola yakın bölgeler yazın kullanılmış. Belki yüzmek için belki avlanmak için ve o kadar kötü kullanmışlar ki. İşte bu durumda da keşke diyor insan buraları hiç kimse öğrenmese mi...