18 Aralık 2012 Salı

Şu çılgın renkler...

Japonya... Uzak bir memleket. Kültürü ile, insanları ile, inanışları ile bize çok uzak. Bu ülkeyle ilgili aklımıza ilk gelen çok gelişmiş teknolojik cihazları ve tabii ki yemek yeme alışkanlıkları. Onur Ataoğlu, Japonya 'da yaklaşık dört yıl yaşamış ve kazın ayağının öyle olmadığını söylemiş, "japon yapmış" adında bir kitap yazmış. Harika bir bakış açısı ile yaşadıklarını derleyerek anlatmış Japonları.
Amacım bu kitabın tanıtımını yapmak değil. Yazarın reklamını da yapma düşüncesinde değilim. Ama yıllardır her ortamda anlatmaya çalıştığım doğa sevgisini ve sahip çıkma olgusunu bu kitapta yakaladım. Sizlerle onu paylaşmak istiyorum. Demiş ki...

"Yaprakların sararıp kızardığı Japon Alplerine ilk gittiğimde, ağzımdan dökülen kelimeler "Renkler çıldırmış olmalı" şeklindeydi. Daha fazlasını söyleyememiştim, dilim tutulmuştu ve bir sonbahar manzarasının ne kadar etkili olabileceğini görmüştüm. İkinci cümlem ise Japonlar çıldırmış olmalı" şeklindeydi. Yahu 127 milyon insan, aynı anda kızaran yaprakları görmek için dağlara akın eder m? Kervan geçmez bir dağın yamaçları cumhuriyet mitingi kalabalığında olur mu? Ama bu kalabalık bir süre sonra sizi rahatsız etmiyor, hatta doğal ortam ile uyum içinde olduklarını hissediyorsunuz. Belki de Japon sonbaharını diğer ülkelerden daha etkileyici kılan şey, bu güzelliğin takdir edilmesi, hayran olunması, kıymetinin bilinmesi..."

Son cümle ile bizim en büyük eksikliğimizi farkında olmadan yüzümüze vuruyor yazar. Yoksa bizim ülkemizin güzellikleri ile Japonya kıyaslanamaz bile. Ama bunların ne kadar farkındayız, takdir ediyor ve kıymetini biliyoruz? İşte sorgulamamız ve düşünmemiz gereken sonuç sanırım bu...
Bir örnek te Güney Kore'den vererek doğaya sahip çıkmanın önemini vurgulamak istiyorum

1950 yılı. Kuzey güney savaşı var Kore'de ve bizim de bir tugayımız savaş bölgesinde. Kış çok sert geçtiği için askerlerimiz geceleri ateş yakarak ısınabiliyorlar. Bunu bilen Güney Kore'li dostlarımız, askerlerimiz ormandan ağaç keserek ateş yakmasınlar diye kendileri için ayırdıkları kışlık yakacak odun, çalı çırpı ne varsa askerlerimize getiriyorlar sürekli. Çünkü orman onlar için her şey ve asla yakacak olsun diye ağaç kesmiyorlar, kuru dalları topluyorlar. Tabii ki tapınmıyorlar ama biliyorlar ki; "Doğal örtüsü bozulmuş bir ülkenin kıçı da açıkta kalmıştır..."

Her iki ülkeye de herhangi bir hayranlığım yok. Türkiye'min değerlerini çok iyi biliyorum. Hayranlık duyulacak, saatlerce izlenerek dinlenilecek sayılamayacak kadar çok güzelliğimiz var. Ama maalesef bu güzelliklerin farkında olan, sahip çıkan, koruyan kişi sayısı çok az ve artacak gibi de görünmüyor. Çünkü toplumsal bir bakış açımız gelişememiş henüz. Göçebe kafadan kurtulup yaşadığımız yerlere sahip çıkmayı öğrenememişiz. Ama öğreneceğiz. Gezerek, sorgulayarak ve anlatarak, yılmadan atılan çöpleri temizleyerek ama mutlaka öğrenip başlayacağız. Adımlayacağız doğanın kucağına, topyekün olmasa da, grup grup mahalle mahalle ve en azından belirli zamanlarda sunduğu güzellikleri yakalayacağız.
Bir gün anlayacağız, doğaya atılan her adım kişinin kendi içine yaptığı bir yolculuktur ve ormanına sahip çıkan milletler insanına sahip çıkmayı da öğrenir...


12 Aralık 2012 Çarşamba

Kısaca doğa yürüyüşü ve faydaları...


Modern teknoloji ile donatılmış, konforlu ve korunaklı şehir hayatımızdan çıkarak, fiziksel güçlerimizi ve zayıflığımızı dürüstçe değerlendirme imkanı bulabileceğimiz bir fırsat yaratmak için yapabileceğimiz en doğru etkinlik doğayla kucaklaşmaktır. Doğayla kucaklaşırken attığımız her adım kendi içimize doğru yapacağımız seyahatin de başlangıcı olacaktır. Kendimizi tanıyacağımız en doğru yer hayatın da başladığı doğal ortamlardan başka neresi olabilir ki…

Uzmanlar, kalp rahatsızlıklarının olmaması, sağlıklı bir hayat sürülmesi için belirli aralıklarla yürüyüş yapılmasını sürekli tavsiye etmektedirler. Belki bir yürüyüş bandı ya da mahalle arasında yapacağınız yürüyüş daha sağlıklı hissetmenizi sağlayacaktır ama bu yürüyüşü yeşillikler arasında, bilinmeyenlere doğru yapar hele ki birazda engelleri aşarak bir hedefe ulaşırsanız sadece kalbinizi değil ruhsal ve zihinsel sağlığınızı da korursunuz. Doğada aldığınız oksijen, beyninizin aldığı oksijen oranını arttırarak, zihinsel keskinliğinizle beraber düşünce potansiyelinizi de yükseltecektir.

Doğa içinde yapacağınız yürüyüşler, vücudun keyif verici endorfin hormonu salınımını arttırarak hayata gülen gözlerle bakmanızı sağlayacak ve hatta yaşlanma sürecini geciktirerek her zaman genç görünemeseniz de genç hissetmenizi sağlayacaktır..  

Her yürüyüşten sonra dayanıklılığınızın artığını görecek kendinize daha bir güveneceksiniz. Geceleri yattığınız yerlerin kalitesine bakmadan hemen her yürüyüşten sonra kaliteli uyuyarak ertesi güne zinde kalkacaksınız.

Doğal ortamında yetişenleri gördükçe size sunulanları sorgulamaya başlayacak ve doğallığın keyfine varacaksınız. Yaban hayatın içine adımladıkça öğreneceksiniz hayatın basamaklarını ve “nereden nereye” diyerek, doğayı keşfettikçe kendinizi de keşfedeceksiniz…

1 Aralık 2012 Cumartesi

Doğanın gücü...


Doğada dolaşmak, doğayı tanımak, hissetmek... Doğaya atılan her adım kişinin kendine daha çok yakınlaşmasını sağlayacaktır. Mutluluğun ve başarının şifresi kendi sınırlarımızı bildiğimiz zaman çözülür. Yoksa hep sunulanla idare etmek zorunda kalırız. Olanların farkına varamadığımız gibi sunulanların da bir işimize yaramadığını anlayamayız. Ya da anladığımızda artık her şey anlamını da yitirmiştir zaten...

Çok geç kalmadan kendi içimize doğru ilk adımlarımızı atmalıyız. İlk zamanlar sadece bakmakla yetinmeli kendimizi doğal ortamına bırakmalıyız. Çok uzaklaşmadan verdiği işaretleri anlamaya çalışarak.. Ama mutlaka hissederek ve sunduklarını görmeye çalışarak başlamalıyız. Sonra attığın İlk adımında dengesini ve başlamanın bitirmek olduğunu anlayarak adımlayacaksın ve....

 İmkansızın olmadığını göreceksin ilk önce. Aşılmaz denen her yerin aşılabileceğini anlayacaksın.
 Nereden başladığını hatırlayacaksın
Aslında çoğu şeyin nereden geldiğini de göreceksin.
 Birlik olmak neymiş anladığında gülümseyerek kahredeceksin dengesine...
 Güzelliklerinde ki sırrı yakalayacaksın. Bazen içini merak ederek...
...bazen gülen gözlerini görerek.
 Doğanın da örtündüğünü anlayacaksın sonbaharın gelmesiyle.
 Yeniden canlanmak için yok olmak gerektiğini anladığın gibi.
Renklerin uyumu için modaya gerek olmadığını, zaten modanın kendi kendine oluştuğunu anlayacaksın.
 Hayatın içinde var olan her şeyin faydalı olduğunu düşünmeyeceksin. Öğreneceksin faydalısını da...
 ...zararlısını da.
Enerjin tükendiğinde yeniden yeşereceksin sunduklarını bularak ve mutluluğu yakalayacaksın...
 İhtiyacın olan her şeyin etrafında olduğunu göreceksin. Sıcak bir yatak kıvamında...
 İnanılmazlığını çözmeye uğraşmadan saygı duyacaksın çoğu zaman.
 Yol ayrımlarıyla karşılaşacaksın ve...
...verdiğin kararlarınla ulaşacaksın sunulan güzelliklere
 Mutlaka ödüllendireceksin kendini damak tadını ihmal etmeden :)
Geçtiğin her yerden bir anı kalacak zihninde. Saygı duyacaksın kalan görüntülerine de...
 ...yaşayan kişilerine de
 Sahip çıkmak gerektiğini anlayacaksın.
 Sonunu gördüğünde irkileceksin.
Ve aşıp geldiğin dağlara bakıp gülümseyeceksin. Uzak diye bir şey olmadığını da anlamış olacaksın...

26 Kasım 2012 Pazartesi

Taşköprü kanyonu keşfi


Yine bir pazar sabahı, uzun zamandır bildiğimiz ama bir türlü fırsat bulup gidemediğimiz bir bölgeye keşfe gitmek üzere yola koyulduk. Hava kapalı ama yağmur yağacakmış gibi durmuyor. Ara ara serpiştirecek gibi en fazla, ki bu durumda pek umurumuzda değil. Karar verilmiş o bölge keşfedilecek. Gideceğimiz bölge Gebze - Körfez sınırında Ağva'ya yakın bir kanyon. Aslında tam kanyon sayılmaz ama öyle kabul görmüş. Tarihi bir taş köprüden başlıyor parkur. Asıl ilgimizi çeken de bu köprü zaten. Roma döneminden kaldığı söyleniyor ama hala sapasağlam. Hatta birkaç yıl öncesine kadar üzerinden tonlarca ağırlıktaki kamyonlar geçiyormuş. Daha sonra birileri tarihe saygı duyma adına hemen yanına yeni bir köprü yapıp bu köprüye tarihi değerini vermiş. Takdir ettik tabii..

Başlangıçta kayalıklardan aşarken kanyon hissi veriyor ama bitki örtüsü, akan deresi muazzam. Her köşesine hayran kaldım diyebilirim. İstanbul'a bu kadar yakın bir cennet parçası. Kesinlikle görülmeye ve görüldükçe sahip çıkılmaya değer bir bölge. Attığım her adımda, soluduğum havası ile tazelendiğimi hissettim. O kadar çok yer gezdim ama şehre bu kadar yakın ve bu kadar canlı bir bölge pek gördüm diyemem. Deresi balık dolu. Henüz ilk metreleri adımlarken karşılaştığımız ilk göletten iki tane gri balıkçıl kuşu havalandı. Daha ilerilerde su samuru izine rastladık. Az bir araştırmadan sonra o bölgede yaşadığına emin olmamızı sağlayacak pisliğini de bulunca resmen heyecanlandık. Fotoğraflarını çekemedik ama biliyoruz ki yaşıyorlar buralarda bir yerlerde. Bu bile mutluluk sebebi olmak için yeter bir sebep oldu.

İlerledikçe bitki örtüsü aldı götürdü hepimizi. Bir gün önce yağan yağmurdan zemin jilet gibi olmuştu ama bizi durdurmaya yetmedi. En derin köşesine kadar gidip her köşesini keşfetmeye çalıştık. Kimi zaman geçit vermeyen bitki örtüsü olsa da, azmeden başarıyor. Yürüyüşümüzü Elbizli köyünde noktaladık ve köy kahvesinde köy ahalisinin alışılmış misafirperverliği ve hoş sohbetleri ile çaylarımızı yudumladıktan sonra içimizde güzel bir iş yapmış olmanın yarattığı mutlulukla günü tamamladık.

Fotoğrafları seçmek çok zor oldu ama bilmem anlatmaya yetecek mi...


Kim ne derse desin, en güzel kahvaltı sıcak bir simit ve çay... :)
Yola çıktık. Geçtiğimiz köylerde hala eski köy havasını bozmayan evlere rastlamak bir başka güzel geldi.

Yürüyüşe başlayacağımız köyde sabahın erken saatinde bizi karşılayan ürkek ama meraklı gözler.
Kocaeli belediyesi parkurlarda çalışma yapmış ama sadece başlangıç noktalarına tabela dikerek.
Tarihi taş köprü. Daha bir yüz yıl daha götürür gibi duruyor

 Kanyonda ilerledikçe arkamızdan hüzünlü bakıyormuş gibi.

 İlerledikçe iç güdüsel yol bulmaya çalışıyoruz. Orman bizi içine aldı bile.
 Çağıldayan derelerinin melodisi yol boyu coşturuyor bizi.
 Hemen hermen tüm ağaçlar mantar yapmış. Oldukça da fotojenikler
Yaban hayat için ortam o kadar uygunki aç kalmak mümkün değil.
 Her türlü yemiş yol boyunca sergileniyor
 Mantar çeşitleri sınırsız
 Ama çoğu zehirli gibi. Arada bir kaçını tattık ama mantar işte. Kolay değil emin olmak
 Ardıç ağacı ve meyvesi. Ardıç kuşu bu meyveyi yiyor ve midesinde yeşeren meyveyi pislediği yerde ağaç filizleniyor. Ağaç başka türlü çıkmıyor. İlginç dimi :)
 Arizona değil Türkiye :)
 Ortalık sonbahara teslim olup sararmış ama direnenler de var arada.:)
 Zemin cömertçe yol olabilecek patikaları sunuyor. Görebilirseniz. :)
Acıktığımızın farkına varmamıştık bu muşmuladan (döngel) tadana kadar :)
 Fotojenik başka bir mantar türü. Çok da lezzetli görünüyor ama emin olmadan asla...
 Hala baharda olduğumuzu sanan çiçekler de var bu sığır kuyruğu gibi :)
 Mevsim yaz olsa hiç düşünmez bırakırdım kendimi suyun koynuna
 Su samuru izleri. Yaban hayatın olduğunu bilmek, yalnız değiliz düşüncesi gibi gelir ormanda :)
 İlerlerken görüp dalabileceğniz o kadar çok sebep varki
 Doğanın gücüne hayran kalmamak elde değil.
 Merak işte. Görmeden olmaz. :)
 Elbizli köy kahvesi sakinleri. Saygılarımı sunuyorum tekrar :)
İzlediğimiz rota. Kalın sarı çizgiler bizim GPS kaydımız...

Sanıyorum en kısa zamanda o bölgeye bir faaliyet yapacağız. Hatta yapmalıyız. En değerli köşeme kaydettim bu bölgeyi. Her mevsim mutlaka uğramayı düşünüyorum. Ancak şunu da belirtmeliyim. Bazı bölgeler, özellikle yola yakın bölgeler yazın kullanılmış. Belki yüzmek için belki avlanmak için ve o kadar kötü kullanmışlar ki. İşte bu durumda da keşke diyor insan buraları hiç kimse öğrenmese mi...